20 Mayıs 2010
Dışişleri Bakanlığı
Balgat, Ankara
Aşağıda kaleme aldığım gelişmeyi, derin önemine binaen, dikkatinize sunuyorum.
19 Mart’ta, e-posta kutuma su ileti geldi:
Kimden : [email protected]
tarih : 19 Mart 2010 18:23
konu : İstanbul Fulbright Bursiyerleri Derneği – Kokteyl Duyurusu
Değerli Üyelerimiz,
ABD İstanbul Konsolosluğu ve Derneğimiz tarafından ABD Büyükelçisi Sayın James F JEFFRY onuruna 24 Mart 2010 Çarşamba Günü 19:00 ve 21:00 saatleri arasında Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Binası Konferans Salonunda bir kokteyl verilecektir. Davete katılmak isteyen üyelerimizin bilgilerini 0212-3359061 numaralı telefona veya [email protected] adresine bildirmeleri rica olunur.
Davet programı ekteki belgededir.
Davete katılımınızı rica eder; selam ve saygılarımı sunarım.
Prof.Dr Haydar ÖZPINAR
İstanbul Fulbright Bursiyerleri Derneği Başkanı
**
1968-1972 arası TÜBİTAK Bursu ile, Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) (Nükleer Mühendislik alanında) doktoramı tamamlamıştım… 1982’de ITÜ’de akademik merdivenin en üst basamağına terfi ettikten kısa bir süre sonra, Fulbright Konuk Öğretim Üyesi olmuş, bu çerçevede, 1984’de California Institute of Technology’de ağırlanmıştım.
Diyeceğim o değil… Aradan geçen 26 yıl boyunca bu özelliğim hiç hatırlanmadıydı! O nedenle yukarıdaki davet, ilginç geldi. Belirtilen adrese, davete katılacağımı yazdım.
24 Mart’ta, 19.00’da belirtilen yerde oldum. Yaklaşık yüz kişi kadar olduğumuzu, sanıyorum.
ABD Ankara Büyükelçisi James F. Jeffry tanıtıldı. Kürsüye geldi. Bir saate yakın bir konuşma yaptı.
Konuşmanın; yarı yerinden itibaren, nereye gideceği belli olmuş gibiydi. Büyükelçi, bölgeyi, uzun uzadıya, tahlil etti. İran’ı, tehdit olarak gördüklerini, bilhassa vurguladı. Türkiye’nin canlılığını, bu arada, başka ülkelerin, hatta Putin-li Rusya ile Medvedev-li Rusya’nin farkının dahi, kestirilebilir olmasına karşın, Türkiye’nin kestirimlere pek gelmediğini, vurguladı. Kayseri ve Konya sanayi bölgelerimizi, Uzak Doğu Kaplanları’na benzetti. Türkiye’nin kendi omuzları üzerinde durabildiğini, belirtti. Başbakan’ı ve Cumhurbaşkanı’nı övdü. (Silahlı Kuvvetler’den ve Muhalefet’ten hiç bahsetmedi.) Söz BOP’a gelince, Osmanlı İmparatorluğu’nu övdü!.. Hükumet’le harika bir ilişki sürdürdüklerini belirtti. Sonra “Biz, ülkelerin iç işlerine karışmayız!”, demesine karşın, sözü, Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Anayasa değişikliğine getirdi. Bunun gerekliliğini vurguladı ve referandum için, bizlerden destek beklediğini, açık bir dille ortaya koydu…
Kalakaldık. Ama dediğim gibi, konuşmanın buralara kadar gelebileceği, epey bir belli olmuştu. Büyükelçi, birkaç soru alabileceğini söyledi.
Prof. Suna Kili söz aldı. Yer yer göz yaşlarını tutamayarak, “Bizi, Araplar’a itiyorsunuz, bu, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine aykırıdır, biz laik ve çağdaş bir ülkeyiz”, bunu yapamazsınız”, dedi. Duygulu ve içten konuşması alkışlandı. Prof. Kili’nin konuşması Büyükelçi’ye, üslupta ölçülü ve yumuşak, ancak özde sert bir tepkiydi… Büyükelçi, Prof. Kili’yi yatıştırıcı, kısa bir yanıt verdi…
Prof. Fuat İnce, ABD’nin, bugün Türkiye’de ılımlı İslam’ı desteklediğini, ancak bunun köktendinciliğe dönüşebileceğini, dikkate alması gerektiğini ifade etti; gerçekten de, Türkiye’de demokrasinin temellerinin aşındırılmakta bulunduğunu ve demokrasinin giderek yok olduğunu, ABD’nin bundan endişe edip etmediğini sordu. Büyükelçi, yine yatıştırıcı kısa bir yanıt verdi; soruyu geçiştirdi…
Söz alma sorunluluğundaydım. Büyükelçi ile ilk defa karşılaşıyordum… Ama hakkındaki tanıtım yazısı okunurken, benim Boston’da (MIT’de) doktoramı yaptığım yıllarda, onun da orada, komşu North East ve Boston Üniversiteleri’nde öğrenim gördüğü, işaret edilmişti. Bu çerçevede ona ilk ismiyle hitap etmeyi öne çektim; söz aldım ve özetle şöyle dedim (Turkçesi ile yazıyorum):
– Sevgili Jim, aynı tarihlerde Boston’da okumuşuz. Orada, ABD’nin iki veçhesini gördüm. Birincisi, okulum, bir bilim cennetiydi. Bu çerçevede, ABD’de, Hocalarım’dan, Meslekdaşlarım’dan, giderek öğrencilerimden başlayarak, ebedî dostluklarım vardır. İkincisi, o tarihlerde Vietnam Savaşı sürüyordu. Korkunçtu. ABD’nin bu ikinci veçhesi, şimdi, bölgemizde… Havuç için değil, Petrol için buradasınız. “Türkiye’nin Demokratikleşmesi” diyorsun. Seni bir arkadaşımız olarak görmesem, bu konuyu, genelde ülkemizde yaşadığımız sorunları, burada konuşmazdım. Ama konuyu madem sen açtın, dostça konuşalım. Üçte birlik oy oranlarıyla, üçte ikilik parlamento çoğunluğunun elde edildiği bir süreçte demokratikleşmeden bahis, abestir. Bu konuya hiç değinmedin. Yüzde onluk ülke seçim barajı var. Milyonlarca oy zayi oluyor. Demokrasi adına en önce buna mani olmamız gerekmez mi? Partilerin içinde hemen neredeyse, demokrasi yok; bir defa, bunun demokrasi özlemi itibariyle, rahatsız edici bulunmaması, ayrıca çok tuhaf. Üç, dört lideri kontrol etmeye çalışarak, Türkiye’yi, kontrol etmeye yönelmeniz, bence harika bir strateji, ama “demokrasi” bu değil. Biz “gerçek demokrasi” için mücadele ediyoruz… Korkarım, senin anladığın demokrasi, değil, bu… Onun için sözlerine hiç katılmıyorum. Bizden istediğini, bu çerçevede, hiç istememelisin. Ne diyorsam, içtenlikle ve vukufla söylediğime, güven lütfen. Bu kadar!..
Büyükelçi’nin, sözlerimden hoşnut olmadığını tahmin edebilirsiniz.
Büyükelçi, bana kısa bir yanıt verdi:
– Enerji için burada değiliz (kim inanır, değil mi?), bölge istikrarsızdı, onun için buradayız. Üçte birlik oy oranı ile üçte ikilik parlamento çoğunluğu elde etme olasılığı, eskiden de vardı (el hak, doğru, söz konusu hüner, Rahmetli Özal’ın icadıydı), yüzde on baraj mı iyidir, yüzde beş mi, bu tartışılabilir…
Aslında herhangi bir büyükelçi, herhangi ciddi bir ülkede, böyle bir konuşma yapsa, tam bir yabancı militan sıfatında algılanıp, o ülkenin iç işlerine karıştığı savıyla, derhal “istenmeyen insan” ilan edilir ve sınır dışına çıkarılır…
Toplantıdan sonra, kokteyl vardı. Kalmadım, ayrıldım.
Zaten kestirmekteydim ve pek çok televizyon programında dile getiriyordum: Demokratik süreçlerde alınan kararlara saygımız saklı olarak, ancak Anayasa değişikliği, esas olarak, Türkiye’yi ve bölgeyi, malum istekler doğrultusunda yeni baştan dizayn etmenin son bir temel aparatı olarak gerçekleştirilmek isteniyor… Bu hissimi beton gibi yerine oturtan bilgi, üstelik birinci ağızdan önüme gelivermişti…
**
Keyfiyet budur…
Güzel dileklerle, sevgiler, saygılar sunuyorum…
Prof. Dr. Tolga Yarman
Arslan Bulut
27 Temmuz 2010, Yeni Çağ
Şeytanın çırakları; ABD “Evet” istiyor!
Prof. Dr. Tolga Yarman, 26 yıl önce, Amerikalıların ünlü Fulbright Vakfı’nın konuk öğretim üyesi oldu.
26 yıl sonra, 19 Mart 2010’de e-posta yolu ile İstanbul Fulbright Bursiyerleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Haydar Özpınar’dan bir kokteyl daveti aldı.
Davet mektubunda kokteylin ABD Büyükelçisi James F Jeffrey onuruna ABD İstanbul Başkonsolosluğu ve Fulbright Bursiyerleri Derneği tarafından düzenlendiği, 24 Mart 2010 Çarşamba Günü Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Binası Konferans Salonunda yapılacağı bildiriliyordu.
***
Yarman, kokteyle katıldı. Yaklaşık yüz kişinin katıldığı kokteylde, ABD Ankara Büyükelçisi James F. Jeffrey, bir saate yakın konuştu.
Jeffry, Başbakan’ı ve Cumhurbaşkanı’nı övdü. Söz BOP’a gelince, Osmanlı İmparatorluğu’nu övdü! Hükümet’le harika bir ilişki sürdürdüklerini belirtti. Sonra “Biz, ülkelerin iç işlerine karışmayız!”, demesine karşın, sözü, Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Anayasa değişikliğine getirdi. Bunun gerekliliğini vurguladı ve referandum için, kokteyle katılanlardan destek beklediğini, açık bir dille ortaya koydu!
Yarman da bunun üzerine Jeffrey’ye bir soru sordu.
“-Türkiye’nin Demokratikleşmesi diyorsun. Üçte birlik oy oranlarıyla, üçte ikilik parlamento çoğunluğunun elde edildiği bir süreçte demokratikleşmeden bahis, abestir. Yüzde onluk ülke seçim barajı var. Milyonlarca oy zayi oluyor. Partilerin içinde hemen neredeyse, demokrasi yok; bir defa, bunun demokrasi özlemi itibariyle, rahatsız edici bulunmaması, ayrıca çok tuhaf. Üç, dört lideri kontrol etmeye çalışarak, Türkiye’yi, kontrol etmeye yönelmeniz, bence harika bir strateji, ama ’demokrasi’bu değil. Biz ’gerçek demokrasi’için mücadele ediyoruz. Korkarım, senin anladığın demokrasi, değil, bu.. Onun için sözlerine hiç katılmıyorum. Bizden istediğini, bu çerçevede, hiç istememelisin.”
Jeffrey ise Yarman’a kısa bir cevap verdi:
“-Üçte birlik oy oranı ile üçte ikilik parlamento çoğunluğu elde etme olasılığı, eskiden de vardı, yüzde on baraj mı iyidir, yüzde beş mi, bu tartışılabilir.”
Yarman bütün bunları Dışişleri Bakanlığı’na bildirdi ve mektubunu şöyle bitirdi:
“Aslında herhangi bir büyükelçi, herhangi ciddi bir ülkede, böyle bir konuşma yapsa, tam bir yabancı militan sıfatında algılanıp, o ülkenin iç işlerine karıştığı savıyla, derhal ‘istenmeyen insan’ ilan edilir ve sınır dışına çıkarılır…
Anayasa değişikliği, esas olarak, Türkiye’yi ve bölgeyi, malum istekler doğrultusunda yeni baştan dizayn etmenin son bir temel aparatı olarak gerçekleştirilmek isteniyor. Bu bilgi, üstelik birinci ağızdan açıklanmış oldu.”
(Mektubun tamamı “gazeteyurt” ta yayınlandı.)
***
Demek ki Diyanet-Sen Başkanı Mehmet Bayraktutar, imamlar olarak 12 Eylül’deki referandumda “evet” oyu kullanacaklarını açıklarken, Allah’ın emirlerini değil, ABD’nin emirlerini yerine getirmiş oluyor!
Hani değerli dostum Hasan Demir, “Şeytan ‘Hayır’ın neresinde?” diye soruyordu ya, meğer Şeytan “Evet” in tam göbeğinde imiş!
Ve yine kimmiş “şeytanın çırakları” gördün mü Abdurrahim Karakoç?
Bu sebeple Kılıçdaroğlu, “12 Eylül’de sandıklara sahip çıkın. Bunlar her şeyi yapabilir. Yalan söyleyen, kul hakkı yiyen seçim sandığına da el atar” uyarısında bulunuyor ve Tayyip Erdoğan’a “Madem ki ihanetten söz ettin, Dubai anlaşmasını açıklasana, niye gizliyorsun! 1 milyar dolara Türkiye’yi pazarlamaya kalkıyorsun, sonra ihanetten bahsediyorsun” diyor!
E zaten Anayasa’dan Türk sözünün çıkarılmasını öngören TESEV raporu da İstanbul Barosu Genel Sekreteri Hüseyin Özbek’in belirttiği gibi ABD (Soros) kaynaklı değil mi?